12 Temmuz 2008 Cumartesi

28 Şubat Süreci

28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan ve Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve kimilerince bir dönüm noktası olan kararların uygulanması sırasında Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden olan tartışmalı süreçtir.

28 Şubat Süreci, sürecin önde gelen komutanlarınca "Demokrasiye bir balans ayarı olarak" tanımlanmış basında ve kamuoyunda sık sık "postmodern askeri bir müdahale" olarak anılmıştır. Bizzat sürecin önderlerinden olan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir de süreci "Postmodern askeri bir müdahale" olarak tanımlamıştır.

Gelişim süreci

Güven Erkaya
12 Eylül Darbesi sonucu ortaya çıkan siyasetin etkisiyle 1980 ve 1990'larda sağ partiler giderek güçlenmiş ve bunun sonucu olarak Refah Partisi 1995 genel seçimlerinden az farkla da olsa ikinci DYP ve üçüncü olan ANAP'ın önünde birinci parti olarak çıkmıştır. 1996 yılında, seçimlerin ardından kurulan DYP - ANAP koalisyon hükümeti, Refah Partisi'nin güvenoylaması hakkında hukuksal inceleme yapılması için Anayasa Mahkesi'ne yaptığı başvuru haklı görülerek güvenoylaması geçersiz sayıldığından dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan RP ile ikinci parti olan DYP arasında kurulan 54.hükümet (Refahyol hükümeti), 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.

Ancak hükümetin irticaya yönelik icraatleri ve yolaçtığı bazı olaylar Türkiye'yi 28 Şubat Süreci ne sokmuştur. Bunlar şöyledir:
1. Başbakanlıkta Devlet Bakanı Fehim Adak, Fetullah Erbaş, İsmail Nacar Güneydoğu sorununu görüştüler. HADEP'ten Ahmet Türk ile görüşüldü, HADEP genel başkanı Murat Bozlak ve eski DEP'li milletvekilleri cezaevinde ziyaret edildi. RP Van milletvekili Fetullah Erbaş, PKK'nın elinde rehin tutulan askerler için Kuzey Irak'a Zap kampına gitti. Bu gelişmeler, Refahyol ile Genelkurmay arasında gerginlik meydana getirdi.
2. Başbakan Erbakan İran, Pakistan, Singapur, Malezya, Endonezya, Mısır, Libya, Nijerya'yı ziyaret etti. Libya'da, Kaddafi'nin çadırında diplomatik skandal yaşandı. Kaddafi, Türkiye'ye ağır eleştirilerde bulundu.
3. YAŞ kararları ile orduyla ilişiği kesilenler, Refahlı belediyelerde işe girdi. Erbakan ile ordu arasında soğukluk başladı.
4. 11 Ocak 1997'de Başbakan Erbakan başbakanlık konutunda tarikat ve cemaat liderlerine iftar yemeği verdi.
5. Taksim ve Çankaya'ya cami yapılması, Ayasofya'nın camiye çevrilmesi tartışmaları yaşandı. Başörtüsü (türban) tartışmaları, kurban derilerinin toplanması tartışmaları, kadrolaşma tartışmaları yapıldı. Din ve laiklik, irtica tartışmaları medyada yoğun bir şekilde verildi.
6. Sultanbeyli belediye başkanı Nabi Koçak ile Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu arasında Atatürk heykeli gerilimi yaşandı. Tuğgeneral, Sultanbeyli'nin ortasına heykeli dikti.
7. Kayseri RP belediye başkanı Şükrü Karatepe 10 Kasım törenlerine içi kan ağlayarak katıldığını açıkladı.
8. 30 Ocak 1997'de Sincan belediyesi Kudüs gecesi düzenledi. Belediye başkanı Bekir Yıldız, İran büyükelçisinin misafir olduğu gecede sahneye konulan cihad oyunu basında tepki oluşturdu. Star muhabiri Işın Gürel saldırıya maruz kaldı. Bekir Yıldız tutuklandı, mahkum edildi. 4 Şubatta Sincan'da askerler tankla geçiş yaptı. Genelkurmay 2. başkanı Çevik Bir 'demokrasiye balans ayarı yaptık' dedi.
9. Genelkurmay ile hükümet arasında, sınırötesi harekatların ödeneği için kriz çıktı.
10. 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkileri açığa çıktı. Başbakan Erbakan 'fasa fiso' dedi, Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için bir dakika karanlık toplumsal eylemi için 'mumsöndü oynuyorlar' dedi.
11. Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu ile İçişleri Bakanı Meral Akşener hakkında, istihbarat bilgi ve belgeleriyle ilgili olarak soruşturma başlatıldı.
12. Yüksek rütbeli subaylar 26 Ocak'ta Gölcük'te toplanarak irticanın iktidarda olduğunu tartıştılar.
13. 5 Şubatta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, başbakan Erbakan'a birkaç mektup gönderdi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya 'irtica, PKK'dan daha tehlikeli' dedi.
14. İşveren ve işçi örgütleri, TİSK, Türk-İş, DİSK, odalar ve birlikler, TOBB, TESK iktidara karşı eleştiriye başladılar. Kadın örgütleri, 'şeriata karşı laiklik yürüyüşü' yaptı. Refik Baydur, 'en büyük tehlike siyasal İslam' dedi.
15. 28 Şubat 1997'deki MGK kararları hükümete bildirildi. Kararlarda, laiklik için yasaların uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran Kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri köktencilere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.
16. Şevket Kazan, rantiyeci sermayeyi engelledikleri için darbeye çanak tuttuklarını söyledi.
17. Genelkurmay Başkanlığı 29 Nisan 1997'de Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyeleri ile Üniversite Rektörlerini Karargah'a çağırarak kendilerine ve gazetecilere "irtica brifingleri" verdi.

Olaylar
Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) 28 Şubat kararlarının ardından gelişen olaylar şöyledir:
Refahyol hükümeti nin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın 'havada yakıt ikmali' olarak tanımladığı başbakanlık görevini hükümet ortağı DYP genel başkanı Tansu Çiller'e vermek amacıyla 18 Haziran 1997'de istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate almadı ve hükümeti kurma görevini TBMM'de çoğunluğu olmayan muhalefete, ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz'a verdi.[1]
Daha sonraki bir aylık müddet zarfında, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, birçok DYP milletvekilini bizzat arayarak partilerinden istifa etmeleri gerektiğini, etmezler ve Mesut Yılmaz hükümeti güvenoyu alamazsa askeri darbe olacağını tehdit olarak öne sürerek,[2] DYP grubunun parçalanmasını sağladı. 12 Temmuz'da Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP - DSP - Demokrat Türkiye Partisi arasında kurulan 55. hükümet TBMM'den güvenoyu aldı.
MGK'nun 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dahil Meslek Liselerinin ortaokul bölümleri kapatıldı. Ayrıca Meslek Liselerinden mezun olanların ÖSS Üniversite'ye Giriş Sınavından aldıkları puan ne kadar yüksek olursa olsun, sadece belli bölümlerine girmelerine müsaade edildi. 21 Mayıs 1997'de Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın, Anayasa Mahkemesi'nde Refah Partisi için açtığı kapatma davası 1 yıl sonra sonuçlandı. 17 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi'nin, "laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri saptandığından" içerikli gerekçeyle kapatılmasına karar verdi. RP'nin mallarının Hazine'ye devredilmesi de kararlaştırıldı. Necmettin Erbakan ve 6 partilinin beş yıl süreyle parti üyeliği yapması yasaklandı. 1998 Kasım ayında eski RP'li İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürüldü.
Yeraltı irticai faaliyette bulunduğu iddiasıyla Aczimendi grubunun lideri Müslüm Gündüz 1997'de IBDA-C örgütünün lideri Salih Mirzabeyoğlu'da 1998'in son günlerinde İstanbul'da yakalandı. Daha sonra Başbakanlık Takip Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarından hazırlanan rapora göre, güvenlik ve istihbarat birimleri, 1997'de 2 bin 956 kişiyi, 1998'de ise 4 bin 420 kişiyi "irticai faaliyetlere katıldıkları" gerekçesiyle gözaltına aldı. 28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yerine iki ismin; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'ın adları daha çok ön plana çıktı.[3] 2001 yılında bir televizyon programın katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat süreci'ni "post-modern bir darbe" olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu söyledi.

Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'nın emekli olmasıyla yerine gelen 23.Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu 'da bir basın toplantısında 28 Şubat süreci gerekirse bin yıl sürer demiştir.

Hiç yorum yok: